Tallinn Seyahat Rehberi
Helsinki’den başlayan güzel bir gemi yolculuğundan sonra Tallinn’e ayak basıyorum. Estonya’nın başkenti olan Tallinn, küçük ve sevimli bir yer olduğunu gösteriyor bana iner inmez. Gece indiğim şehirde otelimi bulmak için Booking.com uygulamasına bakıyorum. Önceden ayarladığım için otelimi, gemiden indikten sonra yürüyüş mesafesinde olmasına dikkat etmiştim. Kısa bir yürüyüşden sonra Center Hotel’e giriyorum. Resepsiyondaki Estonya’lı olduğunu tahmin ettiğim kadın ile kısa bir görüşmeden sonra anahtarımı alıyorum ve odama çıkıyorum. Oldukça yorgun olduğumdan hemen dinlenmeye çekiliyorum. Sabah Tallinn keşfedilmek için beni bekler. İstanbul’da erken saatlerde başlayan gün, Helsinki’de devam etti ve Tallinn’de son buldu. Dünya küçükmüş hakikaten.
Sabah erkenden çıkıyorum otelden ve yürümeye başlıyorum. Hava çok güzel açık ve güneşli, şanslıyım diyorum ve moralimin çok iyi olduğunu farkediyorum. Çok kısa bir yürüyüşden sonra şehrin Old Town denilen bölümüne geliyorum. Baltık ülkelerinin hemen hemen hepsinde bu şekilde bir şehirleşme var. Old Town adını verdikleri kısımda tarihi yerleri var eskiden yapılmış olan yapılar ve tarihi şehir burada kalıyor. Turistlik bir yerleşim alanı oluyor, hiçbir şekilde ev yada iş merkezi bulunmuyor, modern yapı yapılamıyor. İstanbul’da keşke yapılsa dediğim mükemmel bir şehirleşme örneği. Bizde tarihi eserlerimizin hemen dibinde bar, disko, club ve bunlar gibi birçok saçma sapan mekan var. Öyle sanıyorumki bunları kaldırmaya kimsenin gücü yetmez.
Old town’a girişte iki kule arasında Viru Kapısı bizi karşılıyor. Sarmaşıkların dolanmış olduğu bu yapıların sağında ve solunda birçok hediyelik eşya satıcısı bulunmakta. Her yerde olduğu gibi burda da mekdanılds ve rezalet tabelası bulunuyor. Bu kadar güzel korunmuş tarihi bir yerde bu adamlar nasıl oluyorda bunu yapabiliyorlar anlamış değilim. Aynısını hemen hemen her şehirde görüyorum ve her seferinde dahada bir tiksiniyorum.
Tallinn sokakları o kadar darki arabayla geçmek imkanlı değil. Zaten onlarında böyle bir niyeti yok çok şükür. Sokaklardaki tüm mekanlar şehrin o tarihi dokusunu bozmadan hayatlarına devam ediyor. Yukarıda bahsettiğim burgerci hariç… Daha fazla sinirimi bozmamak için yürümeye devam ediyorum.
Çok az bir yürüme mesafesinden sonra town hall Raekoja plats’a ulaşıyorum. Bu bina 1322 yılından beri ayakta olan bir bina. Tüm dokusu korunmuş, çevresinde hiçbir kusur bulunmadan muhafaza edilmiş. Binanın bulunduğu yer aynı zamanda old town merkezi. Büyükçe bir meydan ve tüm etkinliklerini bu meydanda yapıyorlar.
Meydanın az ilerisinde Olde Hansa restoran bulunuyor. Yerel Ortaçağ kıyafetli garsonların çalıştığı, çok kalabalık bir restoran. Restoranda ayı etinden geyik etine bir çok farklı tadı bulabilirsiniz fakat pişirilmeleri Türk damak tadına uygun değilmiş, miş diyorum çünkü yemek tercihimi bu restorandan yana kullanmadım. Etin pişirilmesi damak tadımıza, etin ücretide cüzdanımıza uygun değil.
İçerideki garsonlar gibi dışarıda broşür dağıtan çalışanlarda ortaçağ kıyafetleriyle işlerini yapıyorlar. Fotoğraf çekilmek sorun değil zaten hemen hemen her turist duruyor ve fotoğraf çekiyor alışmışlar yani. Güzel bir müşteri çekme yöntemi bulmuşlar fakat ben broşürü alıp, tarihi bilgileri edindikten sonra ordan uzaklaşmayı tercih ettim.
Meydandan çıkıp yürümeye devam ediyorum ara sokaklarda. Biraz ileride, rus mimarisine sahip, Alexander Nevsky Katedrali’ne geliyorum. 1900’lü yıllarda açılan katedral Tallinn’in simgelerinden. Fakat restorasyonda olduğundan içerisini gezemedim. Ne oluyor anlamadım zaten Helsinki’de başlayan tadilat ve restorasyonlar silsilesi Tallinn’de devam ediyor.
Katedralden aşağıya doğru indiğimde ise karşıma bir ortaçağ kulesi olan Kiek in de Kök çıkıyor. 1475 yılında yapılan kulenin altında tüneller ve geçitler bulunuyor. O dönemlerde sığınak olarakda kullanıldığını düşünüyorum. Dışında bulunan tünellerinde çocuklar oynuyor, parkda ise kadınlar sohbet ediyor, kulenin üst katında bulunan cafede ise insanlar manzaraya karşı kahvelerini yudumluyorlardı.
Yoluma devam ediyorum ve sürekli olarak dar geçitlerden geçilerek arkada büyük bahçelere yada yapılara ulaşıldığını farkediyorum. Bizdeki avlu mantığının birebir aynısı burada da varmış. Aramızda iki büyük fark var. Farklardan birincisi onlar bu yıla kadar korumayı başarmışlar ama biz başaramamışız. İkinci fark ise onlar tarihlerinden, atalarından, dillerinden, kıyafetlerinden, yaşayışlarından utanmıyor, tam tersine bunu gururla yaşatıyorlar. Helal olsun diyorum ve devam ediyorum yoluma…
Tallinn’e gelipde St Olaf’s kilisesinin en üstüne çıkılmaz mı? Çıkılır tabikide diyorum ve başlıyorum basamakları tırmanmaya! Fakat bir süre sonra bu dar ve klostrofobik merdivenlerde nefes nefese kalıyorum. Çıkacak olanlara şimdiden söyliyim 238 basamak var. Kilise 1200’lü yıllardan beri ayakta. Şehrin simgesi olan sivri çatılı bir yapısı olan kilise 124m uzunluğunda.
Basamaklar ile ilgili bir not daha size, basamakların her biri aynı yükseklikte değil. Yapıldığı tarihleri göz önüne alırsak bu normal tamam ama arkadaş ustanın hiç mi gözü yokmuş bu kadar farklılık olur mu yahu bazı basamaklarda bacak açmanız gerekirken bazılarında takılıp düşeceğiniz türden alçak yapılmış. Neyse diyip devam ediyorum ve nefes nefese kaldığım bu yüksek tırmanışdan sonra zirveye ulaşıyorum. Zirvede biraz dinlendikten sonra çatıya çıkıyorum. Çıkışta herkes birbirine bakıp gülümsüyor başardık gibilerinden. Çatıdaki manzara süper tabi tüm Tallinn önünüzde.
Çatıda tam bir tur atıyorum ve güzel fotoğraflar çekmeye çalışıyorum. Sonrasında inişe geçiyorum ve birde ne göreyim? Yaşı oldukça yaşlanmış bir amca pardon dede merdivenleri yarılamış, merdivenleri çıkmaya çalışıyor ama ciğeri elinde nefes alıyor! Merdivenlerden inenler ve çıkanlar karşılaştığında, yan yana geçmek çok zor oluyor özellikle bazı yerleri çok dar. Bahsettiğim dede ile yan yana geçemedik resmen akraba olduk ve bu yakınlaşma sırasında çok net bir şekilde kalp atışlarını duydum. Önde giden teyze sanırım eşi, bilmediğim bir dilde acele etmesini söylediğiniz sanıyorum, el hareketlerinden anladım. Fakat dedemizin 3-5 basamak sonra hakkın rahmetine kavuşup kavuşmayacağını kimse bilemez. Kolay gelsin dede diyorum ve inmeye devam ediyorum. En son basamağa geldiğimde bacaklarım hala merdiven iniyor, yürüyemiyordu…
Gerçekten çok beğendiğim bu minik ve sevimli şehri ardımda bırakıp yoluma devam etmek için otobüs garına doğru yola çıkıyorum. Otelden çantamı alıyorum ve garın mesafesine bakıyorum. Yürüyüş mesafesinde olduğunu düşünüp yola çıkıyorum. Hem yürüyorum, hem şehri keşfetmeye devam ediyorum. Yürüdüğüm bu kısım şehrin yeni kısmı olduğundan, normal bir şehirden çok farkı yok.
Son söz olarak…
Tallinn hakikaten güzel bir baltık ülkesi. Hatta size şimdiden bir kopya verebilirim en güzeli Tallinn. Diğerlerinide gezmiş biri olarak bunu rahatlıkla söyleyebilirim. Belki bir ihtimal Riga diyenleriniz olabilir ama bence Tallinn’de daha yoğun bir tarih daha yoğun bir duygu var. Estonya’ya bir daha gelecek olursam Tallinn’e tekrar gelir, sonra Tartu’ya geçerim ve Tartu’yuda gezerdim. Eminim Tartu’da Tallinn gibidir. Bakalım belki bir gün yine karşılaşırız Tallinn!
Vize gerekli mi?
Evet vize gerekiyor, Schengen vizesi ile ülkeye giriş yapabilirsiniz.
Çantamızda neler olmalı?
Her zamanki gibi su ve atıştırmalık.
Nerede konaklanmalı?
Kaldığım Center Hotel’i tavsiye ederim fakat paylaşımlı banyo olmamalı buna dikkat etmenizi tavsiye ederim.
Ne yenir ne içilir?
Mutfakları bizim mutfağımızın yanından bile geçemez bunu çok net söyleyebilirim. Mutfak kültürü dedikleri kanlı et, eskimiş marul ve havuç yanında şarap… Ekmekleri ile söylenenlerde doğru değil ne yazık ki ben ekstra bir tat alamadım. Kahvaltıları daha bir enteresan. Örneğin oteldeki kahvaltıda hiçbir peynirin tadı yoktu. Süt ne biçim bir süttü çözemedim ve kokan birşeyler vardı sanırım sosislerdi yemedim. Meyveler güzeldi alakasız olsalarda güzeldi alakasız dediğim şey şu; ananas, karpuz, portakal ve üzüm.
Hatıra olarak ne alınır?
Elbette magnet!
Tallinn’den alınabilecek iki şey daha var aslında ben birini hediye olarak aldım. Küçük tahta eşyalar yapıyorlar, arabalar kutular gibi. Bunlarda hakikaten işçilik var gibi görünüyor. Bu tip ahşap işçiliklerini oldum olası seven biri olarak etkilendim ne yalan söyliyim ve bir küçük kutu aldım. Bir diğer ise Vana likörü denilen bir içki. Eğer likör seviyorsanız bu içkiden de alabilirsiniz.
İnsanlarla iletişim nasıl?
İnsanlar çok sevecen ve insancıl. Hepsi çok konuşkan size yardımcı olmak için ellerinden geleni yapıyorlar. Ne ten renginiz, nede saç renginiz onlar için birşey ifade etmiyor. Her yönden benim sevgimi ve saygımı kazandılar, Estonya candır diyorum.
Ne zaman gidilmeli?
Hava Helsinki gibi soğuk değildi fakat bu soğuk olmayacak anlamına gelmiyor. Nolur nolmaz siz yaz aylarında gidin rahat rahat gezin. İlla kışın yada kışın başlarında gideceksenizde mutlaka iyi bir mont iyi bir kazak alın yanınıza.
Mutlaka görülmesi gereken yerler nereleridir?
Viru Kapısı, St. Olaf Kilisesi, Kiek in de Kök, Kadriorg Sarayı, Alexander Nevsky Katedrali, Toompea Kalesi, KGB müzesi.
Peki ne kadar zaman ayırmalıyız?
1 gün Eğer zamanınız varsa 2 gün geçirebilirsiniz ve inanın sıkılmassınız. Hatta daha güzel bir plan ile 2. gün Tartu’ya gidersiniz araç kiralayıp 185kmlik bir yol sonuçta 2 saatte gidilebilir.
Yazı kaynağı: http://www.seyahatteyim.com/tallinn-seyahat-rehberi/